KORONADAN SONRA DEVLET-TOPLUM İLİŞKİSİ
Çin’den başlayarak, kısa sürede onlarca ülkeyi etkisi altına alan Covid-19 salgını, sosyal yaşamdan ekonomi faaliyetlerine kadar pek çok alanda “zorunlu” birtakım yeniliği beraberinde getirdi. Virüsten korunmak için uygulanması gereken sosyal yalıtım kuralları insanları evde kalmaya mecbur bırakırken, iletişim de hız kesmeden dijital platformlara taşındı. Kısa sürede benimsenen bu yeni dijital alışkanlıklar, iş faaliyetlerinden sosyal ilişkilere, eğitimden gönüllülüğe her türlü ilişkinin yüz yüze gelmeden de sürdürülebileceğini gösterdi. Hal böyle olunca, Covid-19 sonrası yaşamdan bahsederken, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylemek yanlış olmaz. Peki, doğrudan can güvenliğini tehdit ederek küresel bir kriz halini alan Covid-19 salgınının devlet-toplum ilişkisi düzleminde etkisi ne olur?
Ülkelerin Covid-19 salgınına karşı yurttaşlarının
yaşam hakkını korumak için aldıkları sağlık tedbirleri, salgının ekonomi
üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirgemek için hayata geçirdikleri
uygulamalar ve ekonomik etkilerin yurttaşların gündelik hayatını en hafif
biçimde etkilemesi için açıkladıkları sosyal destek paketleri kriz
yönetimindeki becerilerini ortaya koydu. Yurttaşlarının birincil ihtiyacına
cevap veremeyen ülkeleri yönetim biçimine göre tasniflemek ve genel bir kanıya
varmak için henüz erken olsa da bu sürecin sosyal devlete olan gereksinmeyi
arttırdığı sugötürmez bir gerçek. İzlediğimiz kadarıyla, yaşanan krizle
birlikte, sosyal devlet anlayışı toplumlar nezdinde özümsenerek talebe evriliyor.
Zira, dünya Covid-19 salgınıyla mücadele ederken, sağlık, eğitim, sosyal
güvenlik gibi temel haklara erişimde fırsat eşitliğinin bulunmadığı ülkelerde zengin
ile yoksul arasındaki uçurum gündelik yaşamın yansımalarından ziyade yaşamsal bir
mücadeleye dönüştü. Toplumların sosyal devlet talebinde gösterecekleri direnç
doğrultusunda bu uçurumun ortadan kaldırılması, temel haklara erişimde fırsat
eşitliği yaratılması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, özelleştirme yerine
kamusal hizmetin nitelikli hale getirilmesi devletlerin korona sonrası ajandasında
üst sıralarda yer alacak.
Salgınla birlikte, kriz anlarında
devlete olan ihtiyacın arttığını gözlemleyebiliyoruz, fakat sivil toplumdan ve
halktan bağımsız bir dayanışma ağının işler olamayacağını da aynı gözleme
dayanarak söylemek mümkün. Tüm dünyada yaşanan bu salgın gösterdi ki kriz
anlarında toplumsal grupları temsil eden tüm mekanizmaların bir araya gelerek
refleks geliştirmesi; alınan kararların toplumun öncelikli ihtiyaçlarına yönelik
olması, kitlelerin bu kararları özümseyerek riayet etmesi ve krizin daha çabuk
atlatılması bakımından önem taşıyor. Söz gelimi, yalnızca devlet-sermaye
tarafının müdahil olduğu karar alma mekanizmasının, üretim faaliyetlerinin ana
rol üstlenicisi olan işçileri kimi yönlerden göz ardı edeceği veya erkek egemen
alanlarda kadının işgücünden uzaklaşması için salgının bir araç haline
dönüştürülebileceği söylenebilir. Yaşanmakta olan sürecin bir sağlık krizi olduğu
göz önünde bulundurulursa; toplumun herhangi bir kesiminin sosyal ve ekonomik
haklarının bir şekilde ihlal edilmesinin, korona sırasında/sonrasında dolaylı
olarak yaşam hakkı ihlali anlamına geldiğini söylemek hiç de akla uzak değil. Buradan
hareketle, katılımcılığın, toplum sağlığını doğrudan ilgilendiren olağanüstü
dönemlerde sosyal devletin gereklerini sağlaması için hayati öneme sahip
olduğunu vurgulamak gerekir.
Covid-19 salgınının devlet-toplum
ilişkisinde yaratacağı derin kırılmalardan biri de kitlelerin odak noktasının siyaset/siyasetçiden bilim/bilim insanına kaymasıydı. Dogmatik fikirlerin beslediği/beslendiği kaynaklar ve populist siyasi söylemler yaşanmakta olan bu olağanüstü sağlık krizinde insanların sağlıklarına kavuşması için çözüm üretemedi. Böylece bilimin toplumların ihtiyaç
duyduğu noktada çözüm üretebilen tek çıkış noktası olduğu konusunda evrensel bir farkındalık oluştu. İnsanlar bu süreçte siyasetçilerin söylediklerinden ziyade bilim insanlarının açıklamalarına önem verdi. Tüm bunlara dayanarak söyleyebiliriz ki bilimselliğin öne çıkmasıyla, dine dayalı populist siyaset de yara
almış; etki alanı kısmen daralmış oldu. Öyle ki bu daralma, uzun vadede, gelecekte tırmanma yaratabilecek tarihsel bir dönüm noktasına işaret ediyor olabilir. Umarım öyle de olur.
Sevgiler
e.
Yorumlar
Yorum Gönder